Yelta Köm / manifold.press
“Geçtiğimiz hafta Berlin’de bir okuma performansına gittim. Dilşad Budak-Sarıoğlu’nun otobiyografik eserinden uyarlanan Türkland performansı, bu yeni duvarlardan bir kısmının kurulma biçimlerini bana düşündürttü. Yazar, ailesiyle kaçarak terk ettiği Türkiye’ye yıllar sonra âşık olup dönüyor ve düğün gününde kendisini parçası hissettiği iki kültürün ve dayatılan geleneklerin içinde kendisinin nasıl pozisyon aldığına dair bir düşünce akışına giriyor. Bu düşünce akışını da sahnede İrem Aydın’ın yönetiminde, Ilgıt Uçum ile beraber seyirciye aktarıyor. Performansı Berlin’de çoğunluğu Türkiyeli bir kitle ile izledik, metnin içeriğinden Almanya’ya değil de Türkiye’ye yazıldığı belliydi. Türkiye’deki herkesin tanış olduğu “Almancı”nın hikâyesini çok iyi dile getiren metin, bunu yaparken tüm ezbere klişeleri iğneliyor, kaçıncı nesil olursa olsun “göçmen”in göçmen olduğunu söylüyordu. Göçmenin göçmen olduğu gerçeği çoğu zaman yeni gelenler tarafından unutulan bir olgu, hatta kimi zaman kendini üstte görmeye kadar varan bir durum. Bu eğitimli, şehirli yeni kitle bir şekilde başka bir göçmen sınıfına ait olduğunu düşünse de, göç herkesi eşitleyen bir travma. Bazı yerlerde kolaylıklar ya da ayrıcalıklar olsa da, bunların bir kısmı daha önce gelenlerin kurduğu alt yapıların, çektikleri dertlerin sağladığı kolaylık.”